Bu yazıda dile getirilen görüşler çoklukla ünlü bilim felsefecisi Karl Popper’ın yaklaşımlarından derlenmiştir. Yazının amacı; Popper’ı tanıtmak olmamakla beraber, bende oluşan bilimsel yöntem görüşünün büyük bir kısmını, bu önemli bilim adamının dile getirmiş olmasının önemini vurgulamaktır. Dile getirilen görüşler tümüyle benim benimsediğim görüşlerdir.
Bilimsel görüş; “bilim adamının ortaya koyduğu görüştür” önermesi doğal olarak yanlıştır. Aynı konu hakkında iki veya daha çok bilim adamı farklı görüşte olabilirler. Dahası akademik kariyerler tabi ki çok önemlidir ancak ortaya konan önermelerin hangisinin geçerli olacağına akademik kariyerler değil bilimsel yöntemler ve bilimsel eleştiriler karar verir. Yani herhangi bir konuda kariyeri ne olursa olsun bir bilim adamının görüşü doğru kabul edilemez. Bu görüşün hangi bilimsel yöntem ile elde edildiği ve görüş oluştuktan sonra hangi eleştirileri aldığı görüşün geçerliliği için çok önemlidir.
Bilimsel görüşün oluşabilmesi için öncelikle bir önermenin olması gerekir. Peki;
• Bu önermeyi kim yapacak?
• Önermeyi kim yaparsa doğru kabul edeceğiz?
• Newton veya Einstein bir önermede bulunursa doğru olarak mı kabul etmeliyiz?
• Elimize geçen kadim (çok eskiye uzanan) bir eserde yazan sözleri bir önerme olarak alıp doğru kabul edebilir miyiz?
• Çok güvendiğimiz, çok saygın bulduğumuz, çok az kişinin ulaşabildiği unvanlara sahip kimselerin söyledikleri doğru kabul edilebilir mi?
E artık onun dediğini de doğru kabul etmeyeceksek kimin söylediğini doğru kabul edeceğiz gibi yaklaşımlarla hayatınız boyunca karşılaştınız. Cevap çok basit, hiçbirini daha doğrusu hiçbir önermeyi doğru kabul edemezsiniz, çünkü her şey değişir. Bilimsel gelişmenin sürdürülebilmesi için tüm doğrular sorgulanmalıdır. Sorgulanan bir şey doğru olarak kabul edilemez, ama geçerli olarak nitelendirilebilir. Şu an için geçerli kabul edilen önermelerden kavramlar ortaya çıkarabilirsiniz, bazılarını kanunlaştırabilirsiniz de ama doğru değil geçerli olması gerekmekte. Doğru olduğunu düşündüğünüz hiçbir şeyi sorgulayamaz, sınayamaz ve geliştiremezsiniz. Zaten herhangi bir önermenin sınanması onun değerini düşürmez, aksine daha değerli hale getirir. Sizin önermenizi ne kadar çok kişi sınamadan, sorgudan geçirirse önermeniz o kadar çok açıdan incelenmiş ve eleştirilmiş olur. Dolayısı ile sorgu, sınama, eleştiri her zaman önerinin ve/veya görüşün değerini arttırır.
Bilim adamının görevi önermeler ya da önermeler dizgesi ileri sürmek ve bunları sistemli şekilde sınamaktır. Görgül bilimlerde ( Önermeleri yapanların görülebilen varlıklar olduğu bilimler) kuramlar veya varsayımlar dizgesi ortaya konur ve deneyime dayanarak gözlem ve deneyle sınanır.
Bilimsel araştırmanın düşünüş şekli ve görevi, bilimsel araştırma yöntemini ve aklı kullanarak çözüm üretilmesini sağlamaktır. Bu durumda tümevarım, yani herhangi bir kabulden yola çıkarak sonuca ulaşmak bilimsel bir yöntem olarak geçerli değildir. Akıl yürütme yoluyla ortaya atılan önermeler gene akıl yürütme yoluyla bize mantıklı gibi gözüken sonuçlar çıkarabilir veya yeterli gözleme sahip olduğumuzu sanıp bu gözlemlere dayanarak varsayımlar oluşturabiliriz. Her iki durum da sınamaya tabii olmadığından sonuç herhangi bir kesinlik taşımayacaktır. Ya da yaklaşımsal bir değer vermeyecektir. Herhangi bir olaylar dizisine dayanmayan veya mantıksal çıkarımların art arda gelmesinden oluşmayan, tek bir sonuç ve bu sonucu kabul ettirici tek bir tanım bilim dışıdır. Olaylar veya mantıksal çıkarımlar söz konusu olduğunda aklın kullanıldığı bir yöntem kullanılabilir. Aklın kullanıldığı bir yöntem ile sınama yoksa, varsayımların veya çıkarımların bir manası yoktur. Aslında bu noktada bilim ve din aynı hareket noktasına gelir. Eğer aklını kullanma becerisini tam anlamıyla kullanabilen canlılar yok ise canlının dininden bahsedilemez veya ortaya atılan önermeler tümüyle bilimsel bir yöntem ile sınanamıyorsa, akıl yoluyla doğrulanması veya yanlışlanması söz konusu olan bir önerme yok ise ortada bilimsel bir sonuçta yok demektir. Bu bizi bilimsel yöntem olarak sınamanın yani tümdengelimsel yöntemin öğretisine doğru götürür.
Eleştirel sınama (tümdengelimsel), iyi kuramların seçilmesi yöntemi şöyledir. Doğruluğu henüz savunulmamış ilk imge (hayal, fikir) varsayım veya kuramsal dizgeden bir önerme (sonuç) elde edilir. Yani önermenin kimin tarafından yapıldığı veya önermeye kimin karşı çıktığının bir önemi yoktur. İster bir kurgu, ister bir deney veya isterse bir olay sonucu ortaya çıksın her önermeye bilimsel yöntem uygulanır. Önermeler kendi içlerinde veya diğer önermelerle aralarında kurulan mantıksal ilişkilere göre karşılaştırılır. (Örneğin eşdeğerlilik, türetilebilirlik, bağdaştırılabilirlik, tutarsızlık gibi)
Buradan elde edilecek kuramın uygunluğu diğer sınamalarda kanıtlandıysa, sınanacak kuram bilimsel ilerlemeler için önemli olup olmadığını belirlemek amacıyla diğer kuramlarla karşılaştırılır.
Bütün bunların sonunda sınamanın son boyutunda deney ve gözlem yoluyla hiçbir kabul kullanılmadan bütünü oluşturan tüm önermeler veya vargılar sınanır. Bu tümdengelimsel bir yöntemdir. Tüm tekil vargılar ve önermenin tamamı sınamadan geçti ise tekil vargılar doğrulanır. Dizge sadece belirli bir zaman için doğrulanmıştır. Ayrıntılı ve katı tümdengelimsel sınamalar karşısında tutarlılığını koruduğu sürece, yani bilimdeki yeni gelişmelere rağmen değiştirilmediği sürece geçerli demektir. Söz konusu yöntemsel süreçte, tümevarım-mantıksal öğeler karşımıza çıkmaz; çünkü sınamada hiçbir zaman tekil önermelerin doğrulanmış vargılarıyla, kuramlar hiçbir zaman “doğru” ya da yalnızca “olasılı” olarak kabul edilmez.
Tüme varım mantığını ret edilmesinin nedeni, aslında tüme varım yönteminde uygun bir sınırlandırma ayracının olmayışıdır. Başka bir deyişle kuramsal dizgenin, görgül (Önermeleri yapanların görülebilen varlıklar olduğu) yani fizikötesi olmayan özelliklerini göremeyişimizdir.
Görgül bilimin hem matematik ve mantık hem de “fizik ötesi” dizgelerden ayıran ölçütlerin bulunmaması sorununu sınırlandırma sorunu olarak görüyoruz.
Olgucular, yani kendisini bilim dışı bir dogma ile, olmuş bitmiş olayla , salt “deneyimden çıktığını” iddia edenler, elemanter deneyim kavramlarını (duyumlar, izlenimler, algılar, anısal yaşantılar vb gibi) mantıksal olarak dayandırılan kavramları bilimsel yada yasal kabul etmek istemiştir. Olguya dayanarak, kabule dayanılarak yapılan önermelere bir sınır koymak ve bu sınıra göre bilimsel çalışma yapmak mümkün değildir. Olgusal köktencilik, fizikötesi ile birlikte doğa bilimlerini de yok etmektedir. Doğa yasaları da elemanter deneyim-önermelerine mantıksal olarak temellendirilemez. Tek başına anlamlılık bir bilimsel kriter olamaz. Anlamlılık ölçütü tutarlı bir şekilde uygulanırsa, doğa yasaları da anlamsız olacaktır.
Bu karmaşık ifadeleri basitleştirirsek bilimsel yöntemde, hiçbir yaşantı, hiçbir kişinin sözü, hiçbir alıntı veya hiçbir deney sonucu tümüyle doğru kabul edilerek bilimsel çalışma yapılamaz. Bilimsel çalışma yapılmasının olmazsa olmaz yöntemi sorgulamaktır, sınamaktır, akıl yürütmektir. Bunları engelleyen hiçbir şey bilimsel olamaz. Yanlışlanamayan hiçbir bilgi bilimsel bilgi değildir. Bu kelimenin üzerinde başka bir yazımızda ayrıntılı olarak duracağız, yanlış olan başka bir şeyi ifade eder yanlışlanamayan başka şeyi ifade eder.
Bilimsel yöntem yanlışlanamayan hiçbir bilgi, önerme, olgu vs. yi kabul etmez.